21 Şubat 2016 Pazar

Sanat Felsefesi Nedir? 





(Estetik Nedir?)




Her insan dünyaya bir ötekinden farklı gözlerle bakar ve olayları, nesneleri vesaire her şeyi farklı biçimlerde yorumlar. Aynı şekilde insan, yarattığı şeyleri de farklı nedenlerle, farklı biçimlerde, farklı duygularla yaratır. Özetle, insan yaratımı olmayan nesneler -doğada kendiliğinden bulunan nesneler- insanlar tarafından farklı biçimlerde algılanabilirken yine insan yaratımı olan nesneler, yani öznel nesneler de her insan tarafından farklı anlamlar yüklenerek oluşturulur ve yine diğer insanlarca farklı biçimlerde yorumlanır.




İşte sanat felsefesi veya estetik; sanatın, sanat yaratmalarının ve sanat beğenilerinin özünü ve anlamını konu olarak alan felsefi disiplinin adıdır.




Sanat felsefesi, eserlerin veya beğenilerin özünü ve anlamını konu alırken bunlar hakkında bazı sorular sorar ve kendince cevaplar ara. Bu sorulardan en önemlileri şunlardır:




1. Güzel nedir?

2. İyi nedir?

3. Hoş nedir?

4. Herkesin zihninde, ortak bir estetik yargı mevcut mudur?




Felsefe, kendi özünün gereği olarak sorduğu bu sorulara, yine kendi özünün gereği olarak cevaplar verir ve her cevap, kendi içinde bir başka soruyu daha barındırır. Güzel olan şu ise, kime göre öyledir ve neden güzeldir? İyi, neye göre iyidir? Hoş olan, kim için hoştur? Ortak estetik yargılar bizleri en güzelin, en iyinin ve en hoşun ne olduğu konusunda kesin bir tanım yapmaya yönlendirebilir mi?..




Genel Hatlarıyla Sanat Felsefesi


Estetik ve sanat felsefesiGüzelliğin çeşitli kavramlarla ilişkisi
Sanat-felsefe ilişkisiGüzelliğin nitelikleri nelerdir?
Sanat felsefesinin temel kavramlarıSanat eseri ve sanat eserinin özellikleri
Taklit olarak sanat nedir?Ortak estetik yargıların varlığını reddedenler
Yaratma, yaratım olarak sanat nedir?Ortak estetik yargıların varlığını kabul edenler
Oyun olarak sanat nedir?Estetik konusu
Güzellik problemiFelsefe açısından sanat


Estetik; güzelin ne olduğunu sorgulayan ve bunun bilgisine ulaşmaya çalışan felsefe dalıdır. Sanat felsefesi ise, insanın meydana getirdiği eserleri (sanat yapıtlarını) ele alan, sanatın ne olduğunu sorgulayan, sanatçının etkinliğini inceleyen felsefe dalıdır. Estetik hem doğadaki hem de sanattaki güzeli sorgularken, sanat felsefesi ise sadece sanattaki güzelliği sorgular. Bu bakımdan estetik daha kapsamlıdır.



Estetiğin temel soruları; Güzellik nedir? Güzeli güzel yapan faktörler nelerdir? Bu faktörler öznede mi yoksa nesnede mi bulunur? gibi sorulardır.
Temel Kavramlar : Estetik, Sanat ,Zanaat ,Sanatçı ,Sanat eseri, Estetik haz, Güzel Uyum, Yüce, Taklit Sanat felsefesi, Öznellik, Estetik yargı ,Romantizm Natüralizm


Sanat felsefesi sanatın, sanat yaratmalarının ve sanat beğenilerinin özü ve anlamını konu alan sadece sanattaki güzellikle ilgilenen bir disiplindir. Aristoteles’e göre: Güzellik, matematiksel olarak orantılı ve ölçülü olandır. Plotinus’a göre: Güzel “ilahi aklın” evrende ışımasıdır

Felsefenin, özellikle sanat alanında güzeli ve güzelliği konu alan dalına sanat felsefesi adı verilmektedir. Ancak felsefe ile ilgili eserlere baktığımızda sanat felsefesi yerine estetik sözcüğünün kullanıldığını görürüz. Oysa ikisinin aynı şey olmadıklarını söylemek, estetik ve sanat felsefesi farkını anlatmak gerekiyor. Estetik kavramı: Kant, Hegel gibi birçok filozof, estetiğin kapsamını genişletip güzelden başka; yüce, zarif, hoş, alımlı, trajik ve çirkin gibi kavramları da estetiğin içine alıp onu güzel sanatların hepsini inceleyen bir felsefe disiplini hâline getirmişlerdir. Sanat felsefesi ise insanın meydana getirdiği eserleri ele alan, sanata dair yaratmaların ve zevklerin anlamını inceleyen bir felsefe dalıdır. İnsanda hoş duygular uyandıran, güneşin doğuş ve batışı, harika bir manzara, estetiğin konusu olabildiği hâlde sanat felsefesinin konusuna girmez. Sanat değeri taşıyan bir tablo ise hem sanat felsefesinin hem de estetiğin konusuna girer. Sanat felsefesinin temel kavram ve problemleri, estetiğin de temel kavram ve problemleridir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi sanat felsefesi, sadece sanattaki güzel ile ilgilenir. Estetik ise sanat-doğa ayrımı yapmadan bütün alanlardaki “güzel” ile ilgilenir. 
Sanat ile felsefe arasındaki en önemli fark; felsefenin düşünceye hitap eden evrensel bir bilgi olma iddiasına karşılık sanatın duygu veya duyarlılığımıza hitap eden bir faaliyet alanı olmasıdır.
SANATI AÇIKLAYAN FELSEFİ GÖRÜŞLER

 1. Taklit Olarak Sanat: Platon'a göre evren, gerçekler ve gölgeler evreni olarak ikiye ayrılır. İçinde yaşadığımız gölgeler evreni gerçek dünyanın bir yansıması, bir kopyasıdır. O her şeyin aslının idealar dünyasında bulunduğunu, bu dünyadakilerin, ideaların taklitleri olduğunu ileri sürer.  

2. Yaratma Olarak Sanat: Bu yaklaşıma göre sanatçı hiçbir zaman doğayı taklit etmez, çünkü doğada mükemmellik yoktur. Mükemmellik gerçekte var olmayan, fakat ideal olan bir şeydir. Sanatın amacı, ideal ve mükemmel olandır. Mükemmelliği, sanatı, hayal gücünü, yaratıcı yanını kullanarak kendisi yaratır. Bu yaklaşımın önemli bir temsilcisi Benedetto Croce (Benedetto Kroçe)
3. Oyun Olarak Sanat: Bu yaklaşım, sanat ile oyun arasında bir bağ kurar. Bu yaklaşıma göre oyun ile sanat arasında bir takım benzerlikler vardır. Bu benzerlikler aşağıdaki gibidir: *Her ikisi de insanı gündelik yaşam ve onun bağımlılıklarından, sıkıntılarından, kaygılarından uzaklaştırır. *Her iki etkinlikle de pratik olarak hiçbir fayda beklenmeden yapılır. Her ikisi de insanı özgür bir dünyaya götürür . Sanatı oyun olarak gören yaklaşımın en ünlü temsilcisi F. Schiller’dir.İnsan oynadığı sürece insandır. O oyunla, sanat faaliyetini anlatmak istemektedir. 
Yani, Schiller'e göre insan, gerçek özgürlüğe ancak sanat yoluyla ulaşabilir. Schiller, bizim sanatla uğraşırken, kendimizi zamandan koparılmış gibi hissettiğimizi söyler. Bu ise oyun oynarken zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyişimize

benzer. Biz, insanlığımızın burada, dış kuvvetlerin darbesine maruz kalmamış denecek kadar, saf ve tam olarak ortaya çıktığını anlarız. Schiller'in anladığı estetik evren, bir oyun 

FELSEFİ RESİMLER





Çığlık: Norveçli ressam Edvard Munch’un 1893 tarihli yapıtıdır. Gökyüzünün kızıllığı ve dehşete düşmüş adam bize bir şeylerin ters gittiğini söyler. Mavi deniz sukunetle dururken “öteki” insanlar sıradan görünmektedir. Odaktaki çığlık atan kişi neden bu kadar dehşetli görünür? Gökyüzü bazen gerçekten de kızıldır. Ancak onu kan kızılına benzetmek için kendi dünyamızın çığlık atması gerekir. Gökyüzünü sadece kızılken fark edebiliriz. Bu bizim çığlık atan bakış açımızdır. Dış dünya ne kadar mavi ya da kızıl olursa olsun onu gören gözler, feryat eden kişiliğimiz onun bir anlık ren değişiminde yaşayabilir. Kendimizcedir dünya. Baktığımız kadarını görürüz. Diğerlerine de ucube oluveririz. Göğün kızıllığını gören adam değil, çığlık atan adam oluveririz.



 Atina Okulu ya da Scuola di Atene: İtalyan rönesans sanatçısı Raphael’in 1511’de tamamladığı ünlü yapıtıdır. Vatikan Sarayı’na fresk dekorasyonu olarak yapılmıştır. Hemen karşı duvarda “La disputa” adlı tanrı,isa ve diğer peygamberleri resmeden bir Raphael eseri daha bulunur. Raphael’in en önemli yapıtı olarak görülür. Rönesansın klasik ruhunu yansıttığına inanılır. Felsefi resimler denince akla gelen ilk eserdir. Platon ve Aristoteles resmin merkezindedir. Platon yukarıyı işaret eder. Onun felsefesinin merkezi olan idealar öğretisini ve ideal arayışını temsil eder. Elinde de Timaeus diyalogunu tutar. Resmin odak noktasındaki bu eser dikkat çeker. Bu yapıt evrenin amacı, yaratılması ve onun güzel sanatlar ürünü gibi işlenmesini ele alan bir diyalogdur. Resimde Platon’un yanında duran Aristoteles eliyle yeri işaret etmektedir. Aristoteles idealara değil fiziki dünyaya dikkat çekmiştir. Yeryüzündeki madde ve biçimde cevap aramıştır. Elinde “Etik” adlı eserini tutar. Bu eser Platon’un kitabına göre geri plandadır.




Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937′ tarihli eseridir. Nazi Almanyası’na ait uçakların İspanya İç Savaşı sırasında Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıtsal tablodur. Saldırı sırasında 250 ila 1.600 kişi hayatını kaybetmiş, çok daha fazla sayıda kişi de yaralanmıştı. Picasso şöyle demiştir: ” İspanya’nın mücadelesi, insanlara, özgürlüğe yapılan saldırıya karşıdır. Ressam olarak hayatım boyunca sürekli sanatın ölümüne karşı durmaya çalıştım. Benim gericilikle ve ölümle anlaşma içinde olduğumu kim bir an için bile olsa düşünebilir? … Üzerinde çalıştığım ve Guernica ismini vereceğim resimde, ve son zamanlardaki tüm eserlerimde, İspanya’yı acı ve ölüm okyanusuna batıran askeri sınıfa duyduğum nefreti açıkça göstermekteyim.”






 Sokrates’in Ölümü: Jacques Louis David’in 1787’de yaptığı yağlı boya tabosu, Sokrates’in Ölümü Sokrates hakkında en ünlü resimdir. Kendinden 2000 yıl önce yaşanmış bu olayı ilham verici şekilde yansıtmıştır. İdam, Platon’un Phaedo diyalogunda anlattığı şekilde resmedilmiştir. Sokrates Atina devleti karşısında af dilemek yerine felsefesini ve sorgulamasını sürdürmüş,ve idam edilmiştir. Kaçmak yerine ölümü yeğlemiştir. Ölümünü insanlara miras bırakmıştır. 

SANATA VE FELSEFEYE FARKLI BAKAN VAN GOGH


Vincent Van Gogh, 30 Mart 1853 tarihinde, Hollanda’nın güneyindeki Brabant bölgesinde, Groot-Zundert köyünde dünyaya geldi. Ailesinde bankacı, büyük tüccar, tablo satıcısı gibi zengin kişilerin bulunmasına rağmen babası bir köy papazıydı.
12 yaşında iken komşu kasabanın okuluna gönderilen Vincent, kafasının her şeyi gayet yavaş kavraması yüzünden eğitim ve öğrenim işini yüzüstü bıraktı. Babası onu 16 yaşındayken, önce La Haye’deki, sonra Brüksel’deki «Goupil» galerilerine resim satış memuru olarak yerleştirdi. 1873′te, Goupil Galerisi’nin Londra şubesine atandı. Burada kiracı olarak kaldığı evin kızı Ursula Loyer ile, 1875′te evlenmek istedi. Teklifinin reddedilmesi üzerine ilk ruhi bunalımını geçirdi. Londra’dan kaçtı, Goupil Galerisi’nin Paris şubesine geçti. Fakat burada da barınamadı. Müşterilerle, kurum yöneticileriyle anlaşmazlıklar çıkarıyordu. İşinden ayrılıp evine döndü.
Ne yapmak istediğini bilmiyordu, işsiz güçsüz avare avare dolaşıyor bu arada resim galeri ve müzelerini dolaşıyor, resimler yapıyordu. Çeşitli memleketleri dolaştı. Lisan öğretmenliği rahip yardımcılığı, kitap satıcılığı yaptı; ilahiyat dersleri aldı. Madenlerde papazlık yaptı, sefalet içinde yüzdü. Van Gogh’un Borinage madenlerindeki işçilere yardım için çırpınışı, katlandığı mahrumiyetler, karşılaştığı güçlükler kendisine hem deli, hem veli şöhretini kazandırdı. Köylüler ve maden işçileri ona çağdaş bir İsa gözüyle bakıyorlardı. Kendisi hasta, fakirdi ve sadakayla yaşıyordu. Kardeşi Theo buraya gelip ölmek üzere olan Van Gogh’u kurtardı, Brüksel’e götürdü. Ama, ruhi dengesi büsbütün bozulmuş, harap olmuştu. Korkunç gerçeklerle teması, Tanrı inancını kaybettirmişti.
Brüksel’de ressam Ridden van Rappart ile tanıştı; ondan dersler aldı, anatomi ve perspektif öğrendi. Theo, onun resim kabiliyetini sezmişti, paraca yardım ediyordu.
Etten Şehri’ne yerleşmiş olan ailesinin yanına dönünce Kate adındaki dul kuzenine aşık oldu. Kadın, Van Gogh’un evlenme teklifini reddetti. 1883′e kadar La Haye’de kaldı. Akrabası olan ünlü ressam Mauve’dan resim dersleri aldı. İlk yağlı boya resimlerini 1881-1883′te yaptı. Bir süre Christine adında bir fahişe ile yaşadı. Sonra ailesinin yanına döndü komşularından Margot Begemann adında bir kadınla sevişmeye başladı. Ailesi evlenmelerine razı olmayınca Margot intihara teşebbüs etti. Bu olay Van Gogh’un hayatını büsbütün altüst etti.
Van Gogh resmi o kadar seviyordu ki, boyayı tüpten doğruca tuval üzerine sıkıyor, parmağıyla eziyordu. Bazen hırsını alamıyor, boya yiyor; yemeklere renk versin diye boya katıyordu!
Yaz sıcaklarında, tarlalarda güneş altında çalışmak sinirlerini büsbütün harap etti. 1890′da bir gece (23 Aralık), küstah tavırlar takınan Gauguin‘in gırtlağını ustura ile kesmeye kalkıştı. Bereket, Gauguin güçlü kuvvetli bir ressamdı. Van Gogh hırsını alamayınca kızdı kendi kulağını kesti ve şehrin genelevinde tanıdığı bir kıza götürüp verdi.
Gauguin kaçmıştı. Theo Paris’ten geldi. Van Gogh’u iki hafta için hastaneye yatırdılar. Burada hayaller görmeye başladı. Arles’de hayatının en güzel 200 tablosunu yapmıştı. Kendi isteği üzerine Arles yakınlarındaki Saint-Remy akıl hastanesine girdi. Bir süre sonra başka bir akıl hastanesine yatırıldı.
1890′da, «Mercure de France» Dergisinde, hakkında yazılan ilk yazı yayınlandı. «Kırmızı Üzüm Bağı» adlı tablosu da, hayatta iken satılan ilk ve son tablosu oldu. Van Gogh hastaneden çıkıp Paris’e, Theo’nun evine gitti. 1890 yılının 27 Temmuz günü, Auvers’te, tarlalarda resim yaparken, daha önce tedarik ettiği tabancasını çekti, göğsü ile karnı arasına ateş etti. Kardeşi Theo yetişti. İki gün daha yaşadı ve 29 Temmuz 1890′da öldü. Bir yıl sonra, kardeşi Theo da öldü. Auvers’te yanyana gömüldüler.
Van Gogh, ölümünden 10 yıl sonra ortaya çıkacak «Fauve» ressamlarına hareket noktası olmuş «ekspresyonistler»i etkilemiş; kendinden önceki dönemlerin, çok sağlam sanılan geleneklerini bir hamlede yıkmıştır. Renkçilikte ve «itibari» boya kullanmakta, hürriyeti sonsuza kadar götürmüştü. Resimde «konu»nun önemi olmadığını, herhangi bir konunun sanat gücünü ifadeye neden olabileceğini ispat etti. «Çizgi halindeki tuşlar» ile çalışması da resim sanatına getirdiği yeniliklerdendir. Sanat gücü, denge hissinde ve ifadesindesiydi. Ölümünden sonra, Paris’te «Bağımsız Sanatçılar» sergisinde eserleri teşhir edildi ve bir anda meşhur oldu. 37 yıllık ömrünün son 3-4 yılında yaptığı tablolar ile resim dünyasının ölmezleri arasına girdi.